Kelimenin aslı Arapça hicâme(t) olup “emmek” anlamındaki hacm kökünden gelir; hacamat yaptırmaya ihticâm, bu işi meslek edinen kişiye haccâm, kullandığı fanus ve bardak gibi aletlere de mihcem (mihceme) denir. Bu yöntemle kan almak yahut vücudun istenen yerine kan toplamak için, küçük bir fanus ters tutularak içine süratle sokulup çıkarılan bir alev vasıtasıyla havası boşaltıldıktan sonra vücuda kapatılmakta, böylece kanın, üzerindeki hava basıncının azaldığı o kesime hücum etmesi sağlanmaktadır. Eğer amaç sadece kan toplamak değil kılcal damarlardan kan almaksa, kanın alınacağı yer uygun bir kesici aletle çizildikten sonra fanus kapatılır ve bu durumda kan iç basıncın etkisiyle kolaylıkla dışarı çıkar, yani fanus tarafından emilmiş olur. Bu işlemlerden birincisine “kuru hacamat”, ikincisine “kanlı hacamat” denir. Ancak Türkçe’de hacamat denilince akla daha çok ikincisi veya atar ve toplar damarlardan fazla miktarda kan alınması gelmektedir ki bunun adı Arapça’da fasddır; bu işi yapana da fassâd adı verilir. Türk halkı arasında kuru hacamat için “şişe çekme” tabiri kullanılır.
Genellikle kuru hacamatın amacı kılcal damarlardaki kanın o bölgeye akışını sağlamak, böylece yakın bir bölgedeki kanamayı durdurmak veya vücudun o kısmını ısıtmak, yahut özellikle bazı cilt hastalıklarında derideki kan deveranını arttırarak tedaviye katkıda bulunmaktır. Bu yöntemden modern tıpta da iç organlara olan kan hücumunu azaltmak için faydalanılmış, fakat sonraları bundan vazgeçilmiştir. Yerini uzun süre önce sülük koymaya bırakan kanlı hacamat ise bugün halk arasında da genellikle terkedilmiş durumdadır.
Tıp tarihinde kan alma yöntemiyle tedavinin ilk defa nerede ve ne zaman başladığı konusunda kesin bilgi yoktur. Ancak bugün de bazı ilkel toplumlarda görüldüğü gibi eski Mezopotamya, Mısır ve diğer Ön Asya uygarlıklarında birçok hastalığın bedene giren cinler ve kötü ruhlar tarafından meydana getirildiğine inanıldığı ve hastalığın geçmesi için bunların sihir-büyünün yanı sıra kan alma yoluyla vücuttan çıkarılmasına çalışıldığı bilinmektedir. Zamanla bu tür düşüncelerin yerini tecrübeye ve bilimselliğe bırakmasıyla hastalardan kan alma gerçek anlamda bir tedavi metodu haline gelmiştir (İbn Ebû Usaybia, I, 6). Grek filozof-hekimi Empedokles’ten (ö. m.ö. 435) itibaren XIX. yüzyılın ortalarına kadar tabâbette hâkim olan hümoral patoloji teorisine göre, dış dünyanın yapı taşları sayılan dört unsura (toprak, su, hava, ateş) karşılık insan vücudunda da dört sıvı (kan, balgam, sarı safra, kara safra) bulunmakta ve bunların denge halinde olması sağlığı, dengenin bozulması ise hastalığı meydana getirmektedir (bk. AHLÂT-ı ERBAA). Hipokrat ve Galen (Câlînûs) gibi Eskiçağ’in ünlü hekimleri bu teoriyi benimsediklerinden onları izleyen İslâm hekimleri de dahil bütün dünya asırlarca hastadan kan almayı en güvenilir tedavi yöntemi diye kabul etmiştir. Klasik tabâbette hemen her hastalığın kandan kaynaklandığı kanaati hâkim olduğu için tedavi sırasında akla derhal kan almak geliyor ve ilk önce bu yola başvuruluyordu.
Bu yöntemin özellikle XVII.
yüzyılda çok yaygın uygulandığı, bu yüzden yetkililerce her hekimin kan alma usulünü bilmesinin şart koşulduğu görülmektedir.
Eski tabâbette hacamat yapmak için insan vücudunda on dört bölge, fasd yöntemiyle kan almak için de otuz ile kırk üç arasında damar tesbit edilmiştir. Klasik tıp kitaplarında hangi bölgeden veya damardan kan almanın ne gibi hastalıklara iyi geleceğine dair ayrıntılı bilgiler, hatta bu iş için uygun olan mevsimlerle gün ve saatler verilmekte, meselâ eğer âcil bir durum söz konusu değilse mevsimlerden ilkbaharla sonbahar tavsiye edilmektedir. İbn Sînâ’ya göre kan almak için en uygun vakit ayın ortasındaki gündüzün ikinci ve üçüncü saatleridir (el-Ḳānûn fi’ṭ-ṭıb, I, 212); Zehrâvî ise bu konuda vakit tayinine gerek olmadığını söyler (et-Taṣrîf, II, 541).
En eski dönemlerden günümüze kadar, sebebi bilinsin veya bilinmesin, birçok rahatsızlığın tedavisinde fasd ve hacamat yöntemleriyle ya da sülük kullanmak suretiyle hastalardan kan alınmıştır. Ancak tecrübelerin artması, hastalıkların sebebi ve tedavi şekliyle ilgili bilgi ve imkânların değişmesiyle bunun yanlışlığı ortaya çıkmış ve sonuçta kan almanın sadece bazı hallerde uygun olacağı anlaşılmıştır. Bugün modern tıpta da gerekli durumlarda kan alma (phlebotomy) yoluna gidilmekte, gerek koruyucu hekimlikte gerekse bazı hastalıkların tedavisinde bu usul geçerliliğini belli ölçüde de olsa sürdürmekte, ancak bu iş için daha kolay ve daha sağlıklı olan şırınga ile doğrudan damara girme metodu tercih edilmektedir.
Genel tıp kitaplarında fasd ve hacamata ayrılan özel bölümler yanında konuyla ilgili müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bunlar arasında Hipokrat, Galen, İbn Mâseveyh, Ali b. Rabben et-Taberî, Buhtîşû‘ b. Cibrâîl, Huneyn b. İshak, İbn Mâsse, İshak b. İmrân, Kustâ b. Lûkā, Ebû Bekir Muhammed b. Zekeriyyâ er-Râzî, Fârâbî ve Ali b. Abbas el-Mecûsî’nin Kitâb (Risâle) fi’l-faṣd, Kitâb (Risâle) fi’l-ḥicâme, Kitâbü’l-Faṣd, Kitâbü’l-Ḥicâme gibi adlarla kaleme aldıkları eser ve risâleler sayılabilir (bk. Sezgin, III, 444, 448). Hisbe ile ilgili eserlerde de hacamatçıların bulundurmaları gereken aletler ve tıbbî ölçüler çerçevesinde uymaları gereken esaslar ayrı bir bölümde ele alınmıştır (bk. İbnü’l-Uhuvve, s. 247-253; Şeyzerî, s. 89-97).
İSLAM FIKIHI AÇISINDAN HACAMAT
Hacamatın Hz. Peygamber zamanında da sağlığı koruma ve bir tedavi metodu olarak uygulandığı, bizzat kendisinin hacamat yaptırdığı, hatta hacamatı teşvik ettiği bilinmektedir. Hacamatı o dönemde uygulanan en iyi tedavi metotları arasında sayan (Buhârî, “Ṭıb”, 13; Müslim, “Müsâḳāt”, 62, 63) Resûl-i Ekrem’in ve ashabının genel olarak ağrıya ve baş ağrısına karşı (Buhârî, “Ṭıb”, 15; Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 3) baş, omuz, boyun damarları, kalça ve ayağın üstünden hacamat yaptırdığı (Buhârî, “Ṭıb”, 14, 15; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 35, “Ṭıb”, 4, 5; Tirmizî, “Ṭıb”, 12; İbn Mâce, “Ṭıb”, 21), hacamatın akla ve hâfızaya kuvvet verdiğini söylediği (İbn Mâce, “Ṭıb”, 22) rivayet edilmektedir.
Bazı hadislerde pazartesi, salı veya perşembe günleri, ay içinde de on yedi, on dokuz ve yirmi birinci günler hacamat yapılması tavsiye edilmiş (Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 5; Tirmizî, “Ṭıb”, 12; İbn Mâce, “Ṭıb”, 22), ayrıca vücudun hangi bölge ve damarlarından kan alınmasının uygun olacağına ilişkin bazı bilgilere ve uygulama örneklerine yer verilmiştir (Ebû Dâvûd, “Ṭıb”, 5; İbn Mâce, “Ṭıb”, 21). İbn Kayyim el-Cevziyye, hadislerde mevcut tavsiye ve bilgilerin, dönemindeki tıp âlimlerinin tesbitleriyle uyum içinde bulunduğunu, meselâ bu âlimlerin kanaatine göre ayın hareketine bağlı olarak kan basıncının arttığını, ay ortası ile onu takip eden haftanın hacamat için en uygun zaman olduğunu, âcil durumlar hariç bu zaman dilimi içinde hacamat yapmanın daha faydalı olacağını söyler (eṭ-Ṭıbbü’n-nebevî, s. 42, 45). Buhârî’nin yukarıdaki hadisleri zayıf bulduğu için eserine almadığını kaydeden İbn Hacer ve Aynî gibi âlimler ise hacamat için belli bir zaman tayininin söz konusu olmadığını belirtirler (Fetḥu’l-bârî, XXI, 266-267; ʿUmdetü’l-ḳārî, XVII, 374-375).
Ayın kendi yörüngesi üzerindeki çeşitli konumlarına göre denizlerde, hatta karalarda ve atmosferde med ve cezir olaylarının meydana geldiği, bunun da yeni ay ve dolunay dönemlerinde en yüksek seviyeye ulaştığı bilinmektedir. Günümüzde yapılan bazı araştırmalar ayın insan vücudu üzerinde de benzer etkiler meydana getirdiğini, dolunay günlerinde vücuttaki hormon ve sıvı dengesinde değişmeler görüldüğünü, kadınlardaki doğum ve âdet görme kanamalarının daha şiddetli olduğunu ortaya koymuştur. Bu sebeple hacamat için belli zaman dilimleri tavsiye eden hadislerin hadis tekniği açısından incelenmesi yanında yeni ilmî araştırmalar ışığında değerlendirilmesinden de ilgi çekici sonuçların çıkacağı anlaşılmaktadır.
Hz. Peygamber’in, kendisine hacamat uygulayan ve aynı zamanda bir köle olan Ebû Taybe’ye bir ödemede bulunduğu bilinmektedir (Buhârî, “Büyûʿ”, 39, “Ṭıb”, 13). Enes b. Mâlik, hacamat ücretinin helâl olup olmadığına dair bir soruya bu olayı naklederek cevap vermiştir (Müslim, “Müsâḳāt”, 62). Onun rivayetinde yapılan ödemenin ücret olup olmadığı açıkça belirtilmezken İbn Abbas bu olayda Resûl-i Ekrem’in ücret ödediğini kaydederek, “Eğer haram olsaydı Peygamber vermezdi” der (Buhârî, “Büyûʿ”, 39, “İcâre”, 18; Müslim, “Müsâḳāt”, 66). Öte yandan Resûl-i Ekrem’in kan bedelini yasakladığı (Buhârî, “Büyûʿ”, 25, 113) ve hacamatçının kazancının pis olduğunu söylediği (Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 38; Tirmizî, “Büyûʿ”, 46) rivayet edilmektedir. Bazı âlimler, ilk hadisteki kan bedelini doğrudan kan satışı karşılığında alınan ücret olarak, bazıları da hacamat ücreti olarak yorumlamışlardır. Hadisi rivayet eden Ebû Cühayfe’nin hacamat yapan bir köle satın aldığı ve onun hacamat aletlerini kırdığı, bu davranışının sebebi sorulunca da bu hadisi rivayet ettiği (Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, IX, 287-288; İbn Hacer, IX, 165, 300-301) dikkate alınırsa en azından ravinin yorumunun bu istikamette olduğu düşünülebilir.
Bu farklı rivayetler karşısında ashaptan itibaren değişik ictihadlar ortaya çıkmıştır. Bazı âlimler Hz. Peygamber’in yasaklamasını, hacamatın daha ziyade köleler tarafından icra edilen ve sosyal statü açısından düşük sayılan bir meslek oluşuna bağlayarak hür kişilerin hacamattan ücret almasının câiz olmadığını söylerken bazıları da yasağın sebebini, hacamatın müslümanlar arasında ücretsiz yapılması gereken bir hizmet ve görev oluşuna bağlar. Bir görüşe göre ücret alınması önceleri yasakken sonradan serbest bırakılmıştır; bir başka görüşe göre ise hadisteki yasak onun haram olduğunu değil tenzîhen mekruh olduğunu göstermektedir.
Hadis kaynaklarında, Resûl-i Ekrem’in hacamat yapanın da yaptıranın da orucunun bozulacağını söylediği (Buhârî, “Ṣavm”, 32; Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 29; Tirmizî, “Ṣavm”, 60), kendisinin oruçlu iken hacamat yaptırdığı (Buhârî, “Ṣavm”, 32, “Ṭıb”, 11; Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 30), hacamatın orucu bozmayacağını ifade ettiği (Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 31; Tirmizî, “Ṣavm”, 24) şeklinde farklı rivayetler yer almaktadır. Enes b. Mâlik, oruçlu iken hacamat yaptırmadıklarını ifade ederken bunu hacamatın oruçluya sıkıntı vereceği hususuna bağlamaktadır (Ebû Dâvûd, “Ṣavm”, 30). Birinci hadisi esas alan Hanbelîler’e göre hacamat orucu bozar. Fakat çoğunluk bu hadisin neshedildiğini ileri sürerek hacamatın orucu bozmayacağını belirtir. Buna rağmen bu âlimler de oruçluya sıkıntı verebileceğinden hareketle hacamatın iftardan sonraya bırakılmasını tavsiye ederler.
Hz. Peygamber’in ihramlı iken hacamat yaptırdığı bilinmektedir (Buhârî, “Ṣavm”, 32, “Ṭıb”, 12, 14, 15; Ebû Dâvûd, “Menâsik”, 35); bundan dolayı ihramlının hacamat yaptırması câiz görülmüştür. Hacamattan önce vücudun ilgili kısmının tıraş edilmesi halinde bazı âlimlere göre tıraşla ilgili genel hükümler geçerli iken bazılarına göre bu konuda özel ruhsat söz konusu olup fidye gerekmez veya miktar tesbitinde bu durum hafifletici sebep olarak değerlendirilir.
Hacamatın abdesti bozup bozmadığı konusunda mezheplerin kanamayla ilgili görüşleri geçerlidir. Kanamanın abdesti bozduğunu söyleyen Hanefî, Hanbelî ve Zeydî âlimlerine göre kanlı hacamat abdesti bozar, Şâfiî ve Mâlikî mezheplerine göre ise bozmaz.
Kaynak: İslam Ansiklopedisi https://islamansiklopedisi.org.tr/hacamat#2-fikih
Geleneksel Ve Tamamlayıcı Tıpta Kupa Terapi (Hacamat)
Kupa Terapi ya da Arapça deyimi ile "Hacamat", antik çağlardan beri dünyanın birçok ülkesinde uygulanmakta olan geleneksel tıbbi yöntemlerden biridir. Kupa terapisi ile ilgili belgeler eski Mısır'a kadar dayanmaktadır. Eski Mısırlılar tarafından yazılan Ebers Papirusları'nda (M.Ö. 1550) kupa terapi ile ilgili kayıtlar bulunmuştur. Hipokrat da (M.Ö. 460) birçok rahatsızlıklar için kupa terapisini tavsiye etmiştir.
Galen de kupa terapisinden bahseder (M.S. 131-210). İbni Sina (980-1037) ve Zehravi (939-1013) birçok hastalığın tedavisinde kupa yöntemini uygulamışlardır.
Kupa terapi halen geleneksel Çin tıbbının temel taşlarından birini oluşturmaktadır. Çin kamu hastanelerinde çok popülerdir ve kupa tedavisi konusunda en kapsamlı bilimsel çalışmalar Çin'de gerçekleştirilmektedir.
Geleneksel Çin tıbbı kaynakları dışında kupa uygulaması ile ilgili en detaylı ve sistematik bilgi İslam kaynaklarında bulunur. İslami gelenekte kupa terapi daha çok hacamat olarak kullanılmakta ve Peygamberimiz Hz. Muhammed'in bir sünneti olarak kabul edilmektedir. Hacamat ile ilgili oldukça fazla hadis rivayet edilmiştir. Bu hadislerden en bilineni Buhari'den rivayet edilen "Uyguladığınız tedavilerden en iyisi hacamattır" hadisidir. İslam tıbbına göre kupa tedavisi uygulaması için özel bir gün ya da zaman yoktur ve gerekli olduğu zaman uygulanmaktadır. Ancak, sağlığın korunması için, hicri ayın ikinci yarısındaki "üç tekli günde" yapılması uygun görülmüştür. Ayın ikinci yarısındaki tekli günlerde (15, 17 19, 21, 23, 25, 27. günler) yaptırılmasının da uygun olduğu bildirilmiştir.
Kupa Tedavisi nasıl uygulanıyor?
Genel anlamda kupa terapisi, kan toplamak için lokal bir cilt bölgesinde vakum oluşturmak ve ardından ciltten az bir miktarda kan çekmek için yüzeysel deri kesileriyle ikinci bir vakum oluşturmaya dayanan bir tekniktir. Antik çağlardan bu yana bu amaç için oyulmuş hayvan boynuzları, kemikler, bambu, fındık, deniz kabukları, su kabakları, metaller ve cam gibi çeşitli malzemeler kullanılmıştır. Günümüzde ise, vakum oluşturmak için standart silikon bardaklar, lastik bardaklar veya cam bardaklar kullanılmaktadır.
(Wellcome Institude Library, London) Traditional Chinese Medicine Cupping Therapy, Ilkay Z. Chirali, Churchill Livingstone, p:2, 2014.
Kupa tedavisi farklı kültürlerde farklı amaçlar için kullanılıyor
Kupa tedavisi farklı kültürlerde farklı amaçlar için kullanılmıştır. Örneğin, Çinliler cerrahi işlemler sırasında kan akışının cerrahi alandan yönlendirilmesine yardımcı olan bir yöntem olarak kupa kullanırlarken, Amerika ve Avrupa'da yaygın soğuk algınlığı, göğüs enfeksiyonları ve tıkanıklık gibi daha yaygın rahatsızlıkları tedavi etmek için kullanmışlardır. İslam tıbbında ise hacamat, hem çeşitli ağrılar ve özellikle baş ağrısı tedavisi için hem de hastalıklardan korunma maksadıyla uygulanmıştır.
Kupa Terapi Türleri
Kupa tedavisinde temel prensip, hastanın cildine bir vakum oluşturmak için cam bardak veya silikon bardak yerleştirmektir, böylece kanın, vücudun iyileşmesi gereken belirli kısımlarında cildin yüzeyine çekilmesi sağlanır. Bu prensip doğrultusunda kuru kupa, yaş kupa ve masaj kupa olmak üzere üç farklı kupa yöntemi uygulanmaktadır.
Kuru kupa, ciltte herhangi bir kesi oluşturulmadan yapılan kupa terapi şeklidir. Kuru kupa seansı sırasında cam bardak veya kap içindeki hava pompa ile çekilerek vakum oluşturulur. Yaş (Islak) Kupa, bistüri ya da lanset yardımıyla kupa öncesi küçük çizik veya insizyon yapılarak, basınç etkisiyle ciltten kanın dışarı akıtılması işlemidir.
Masaj Kupa Terapisi, vakum oluşturulmuş kupaların cilt üzerinde kaydırılarak yapılan bir uygulamadır.
Kupa Terapisi Uygulama Noktaları
Hacamat noktaları hakkındaki bilgiler eski İslam kaynakları ve yabancı literatürlerden edinilen bilgilere göre belirlenmektedir. Kaynaklarda genelde her bir noktanın hangi hastalıklara faydalı olduğu kısaca bahsedilmiştir. Birden fazla hastalığı olan hastaların hacamat seans aralığı, hacamat ile beraber kullanılacak diğer doğal yöntemleri ve kullanılacak noktalar geleneksel tıp uzmanı tarafından belirlenir.
En sık kullanılan kupa bölgeleri, iki skapula altı ile vertebralar arası mesafenin ortası, iki kulak arkası, kalbin sırtta iz düşüm alanı, ense çukurunun altı (boyun), kafa arkası, omuzlar, bel ve kuyruk sokumudur.
Kupa Terapisinin Faydaları
Her ne kadar modern tıp hala bu tedavinin tüm yararlarından kuşkulu olsa da bilim adamları giderek artan bir biçimde kupa terapisinin birçok hastaya yardımcı olabileceğini kabul etmektedirler. Kupa terapi, kan akışını teşvik etmek ve kas ve dokuya kan dolaşımını arttırmak, hücrelere oksijen vermek ve fazla sıvıları ve toksinleri serbest bırakıp tahliye etmek gibi çeşitli avantajlar sunar. Kupa terapisinde, bir hastanın vücudundaki spesifik kupa noktalarında emme veya vakumu kullanmanın,
vücuttaki doğal enerji yollarındaki tıkanıklıkların giderilmesine ve böylece hastalıkların iyileştirilmesine yardımcı olabileceğine inanılmaktadır.
Kupa Uygulamasının Etki Mekanizmaları
-Kapiller geçirgenlikte-basınçta artış (Dolayısıyla vasküler sistemdeki aktif dolaşımdaki toxin yükü hafifler, detoksifikasyon gerçekleşir)
-Lenfatik sisteme destek
-İmmün sistem hücrelerinde aktivasyon
-Serbest sinir uçlarının uyarılması
-Bağ dokusundaki toksinlerin temizlenmesi ve stazın ortadan kaldırılması
-Nitrik oksit - beta endorfin - ACTH salınımı
Kupa yöntemi ile özellikle hücreler arası (interstisiyel) mesafede birikmiş ağır metaller ve toksinlerin cildin yüzeyine ve vücudun dışına doğru hareket ettirilmesine çalışılır.
Kimlere Kupa Terapi Yapılmaz?
Kansızlık, demir eksikliği, hipotansiyon, çocuklar, yaşlılar, hamile veya mensturasyon dönemindeki kadınlar, metastatik kanser hastaları, kemik ve kas problemleri olan kişiler, derin ven trombozunda kupa terapinin uygulanmaması gerekir.
Kupanın Terapi Yönteminin Yan Etkileri
Kupa terapi sonrası, vücudun tedavi edilen bölgelerinde, en yaygın olarak sırtta, küçük lezyonların veya kızarıklıkların kalması yaygındır. Bunun nedeni, kanın cildin yüzeyine doğru zorlanmasıdır. Kupa yöntemine bağlı diğer yan etkiler cilt lezyonları, yanıklar ve cilt enfeksiyonlarını içerir. Bu nedenle, tedaviye başlamadan önce, hastanın yan etkilerin yararları ve riskleri hakkında terapist ile konuşması önerilir.
Kupa Yöntemini Seçmeden Önce Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
Kupa tedavisinden önce kişiler, tedavinin kupa hususunda sertifikasyon eğitimi almış bir hekim tarafından yapılacağından emin olmalıdırlar. Hastalar tedavinin riskler konusunda bilgilendirilmeli ve baştan sona tüm süreç boyunca kendilerinin süreç ile ilgili bilgilendirilmeleri sağlanmalı, hastadan iyi bir anamnez alınarak, kupa uygulanacak bölgeler tespit edilmelidir.
Sırt, terapi için kullanılan en yaygın alandır. Koşullara ve hastanın kupa terapi alma nedenlerine bağlı olarak hekim, kaç kupa kullanacağına ve her bir kupanın ne kadar kalacağına karar verir. Her kupanın süresi, koşulun şiddetine bağlı olarak beş ila on dakika arasında değişebilir.
Kupa uygulama bölgesinde kızarıklık ve şişlik oluşturabilirken, nispeten ağrısızdır. Bir kupa seansından sonra yaşanan izler, birkaç gün ile birkaç hafta arasında sürebilir. Kızarıklıklar, herhangi bir künt travma gibi derin değildir. Bu nedenle genelde zarar vermezler.
Kupa Terapisi İle İlgili Bilimsel Çalışmalar
Kupa terapisi ile ilgili bilimsel çalışmalar özellikle son yıllarda artarak sürmektedir.
PubMed taramasına göre şu ana kadar 742 deneysel hayvan çalışması, klinik çalışmalar ve derleme yayımlanmıştır. Çalışmalar genellikle kupa terapisinin hipertansiyon, astım, diyabet,
ankilozan spondilit, migren, böbrek yetmezliği, amnezi, psoriyazis, bel ağrısı, konstipasyon, kas ve iskelet sistem ağrıları, sağlığın korunması ve proflaktik amaçlı kullanımı ile ilgili araştırmalardır.
ve olumlu sonuçlar alındığı bildirilmiştir. Örneğin, 2016 yılında yapılan bir çalışmada, alüminyum, kurşun, civa ve gümüş gibi ağır toksik metaller kupa kanında venöz kana göre 2 ila 8 kat daha yüksek bulunmuştur.
Sonuç
Binlerce yıldır uygulanan geleneksel tedavi yöntemlerinden biri olan, vakum ve kan alma terapilerinin birleşimi olan kupa terapi; kolay uygulanabilirliği, herkes tarafından ulaşılabilirliği koyucu hekimlikte ve birçok hastalığın tedavisinde kullanımı açısından, günümüzde giderek tercih edilen bir yöntem olmakla birlikte, ehil olmayan kişiler tarafından yapıldığında ve hijyen koşuların dikkat edilmediğinde ciddi komplikasyonlar da oluşabilen bir uygulamadır.
Copyright @Tüm Hakları Saklıdır..